Kayıtlar

BÖLÜM 4: AĞIRLIK - ZAMAN KUYUSU ( 5 bölümlük Serisi )

Resim
ZAMAN KUYUSU – BÖLÜM 4: AĞIRLIK Zamanı kurcalayan herkesin vardığı bir nokta vardır: Sessizlik. Ne ileri, ne geri... sadece bir boşluk. Zamanın kendini inkâr ettiği, anlamın çözüldüğü, insanın kendine bile yabancılaştığı o yerdir burası. Levent, o yere düşerken ne zaman, ne beden, ne de kimlik taşımıyordu artık. Sadece bir varlık… belki bir yankıydı. Kuyudan son geçişinde, Levent artık bir seçimi yapmıştı: Ayşe’nin hayatında hiç olmamak. Onun huzurunu, kendi aşkına feda etmişti. Ve bunun ardından zaman, onu bir daha tanımadı. Onu bıraktığı gerçeklikten sildi. Bir sabah, bilinmeyen bir ışımanın ardından gözlerini açtığında kendini tanımadığı bir gezegende buldu. Ne Eon-9'dan sinyal vardı, ne de Dünya’dan iz. Başka bir boyuttaydı belki. Belki zamanın dışındaydı artık. Gökyüzü kızıl rengindeydi . Toprak, adım attıkça şekil değiştiriyordu. Uzakta devasa bir yapı vardı. Levent oraya yürümeye başladı. Ne kadar sürdü, bilmiyordu. Zaman ölçülemezdi artık. Dakikalar mıydı, yıllar mı...

BÖLÜM 3: BEDEN- ZAMAN KUYUSU ( 5 bölümlük Serisi )

Resim
  Bölüm 3: BEDEN Levent aynaya baktığında gördüğü yüz kendine ait değildi. Dudaklarının kenarındaki o küçük ben, gitmişti. Göz altlarındaki çizgiler, solmuştu. Sanki başkasının bedenindeydi. Ama hayır, bu sadece bir beden değişikliği değildi. Bu, gerçekliğin eriyip yeniden şekillenmesiydi. Zaman Kuyusu'nda geçirdiği her gün, Levent’in kendi varlığıyla olan bağını biraz daha çözüyordu. Ve işte bu sabah, o çözülmenin eşiğinde uyandı. Kuyunun içinden bir kez daha geçmişti. Ayşe’ye dair bir şeyleri onarmak için. Önemsiz gibi görünen bir detayı değiştirmişti. Ayşe’nin annesinin hastaneye yetişmesini sağlayacak bir yardım çağrısı... Sadece bir sinyal, sadece bir saniyelik bir müdahale... Ve o değişiklik, bambaşka bir kader yaratmıştı. Ayşe artık aynı Ayşe değildi. Onu yeniden bulduğunda tanıyamadı. Saçları kısaydı. Gülümsemiyordu. Gözlük takıyordu ve elleri sürekli titriyordu. Kalabalıklardan kaçıyor, hep yalnız yürüyordu. Artık bir yazardı; içine kapanık, karanlık öyküle...

BÖLÜM 2: YANKI - ZAMAN KUYUSU ( 5 bölümlük Serisi )

Resim
  ZAMAN KUYUSU – BÖLÜM 2: YANKI Zamanın içine düşen her insan, önce işaretleri görmezden gelir. Levent de öyle yapmıştı. Geriye sardığı dünyada Ayşe’yi yeniden görmenin verdiği sarhoşlukla, zamanın sessizce ondan aldıklarını fark etmemişti. Ta ki sabah uyandığında, kendi adını hatırlamakta güçlük çekene kadar. Bankta Ayşe'yi ilk kez gördüğü anı yaşamak... Sanki bir rüya gibi. O gülüşü, ellerindeki kitap, yazın gölgelerle dans eden saçları... Levent o ana çoktan aşıktı. Fakat bir sorun vardı. Ayşe onu tanımıyordu. Geriye sardığı zaman, eski Levent’i de silmişti. Bu yeni sayfada Levent, Ayşe’nin hayatına yeniden yazılmak zorundaydı. Bu sefer farklıydı: Ne bir tesadüf, ne bir kader oyunuydu. Bilerek, isteyerek, bir köprü inşa ediyordu kendi yüreğinden onun kalbine. Levent, Ayşe'nin yanına gidip selam verdi. Kalbi deli gibi atıyordu ama sesi sakindi. "Güzel bir kitap seçmişsiniz," dedi. Ayşe kaşını kültürlü bir şekilde kaldırdı, biraz şaşkın, biraz temkinli. ...

BÖLÜM 1: GÖZ - ZAMAN KUYUSU ( 5 bölümlük Serisi )

Resim
ZAMAN KUYUSU BÖLÜM 1: GÖZ Zaman, kimilerine göre bir çizgidir; düz, kararlı, ileriye doğru akan bir nehir gibi. Ama bir astronot için, zaman ne çizgidir, ne de bir çember. Zaman, sessiz bir tanık gibidir bazen. Ve bazen de acımasız bir hâkim. Kaptan Levent Karaca, yılların tecrübesiyle yüzüne kazınmış çizgileri, zamanın kendisi kadar iyi tanıyordu. Galaksinin ücra bir köşesindeki Eon-9 gezegenine yaptıkları bu keşif yolculuğu, bilimsel bir projeden öteye geçmeyecekti normalde. Ta ki, orada bulunan anomaliye kadar. Zaman Kuyusu... Bu, ekibin içinde ilk fark eden Levent olmamıştı. Genç astrofizikçi Nina, "Burada bir şeyler ters," demişti. "Cihazlar ölçüm yapmıyor, sinyaller bir ileri bir geri görünüyor." İşte oradaydı: Zamanın ileri değil, geri aktığı bir bölge. Gözle görülür bir delik, bir çökünce. Adeta evrenin unuttuğu bir burkulma. Levent o gece uyuyamadı. Zamanı geri almak fikri, teorik olarak biliniyordu. Ama onu kullanmak... Bu, bilimden çok, Ta...

Sevmek mi yoksa sevilmek mi daha güzeldir....

Resim
sevmek mi yoksa sevilmek mi daha güzeldir bu soru bir ömrün iç çekişi gibidir. sevmek… kalbin atma sebebini bilmek. birini gördüğünde içinin ısınması, adını duyunca yüzünün gülmesi. X’i düşünüyorum mesela, bir bakışıyla günüm değişiyor. ama o bilmiyor. işte sevmek böyle bir şey: sessiz bir yangın gibi. sevilmekse… gökyüzü kadar engin bir güven duygusu. sen hiçbir şey yapmasan da, biri seni tam olduğun gibi kabul ediyor. ilginçtir, sevilmek daha güvenli, ama sevmek daha cesurca. sevmek; seni hayata bağlar, ama sevilmek, seni kendine inandırır. biri kanat takar, biri uçurur. biri yakar, biri sarar. biri seni var eder, diğeri tamamlar. ama en güzeli? sevdiğin kişinin de seni sevmesidir. o zaman ne soru kalır, ne cevap. sadece iki kalp aynı anda atar. ve işte o ritim… bir ömrün en güzel melodisidir. @zeytine.batmayan.catal

Bir kadına verilecek en güzel hediye...

Resim
 Bir kadına verilecek en güzel hediye bir kadına verilecek en güzel hediye, ne pahalı bir çanta, ne ışıltılı bir kolye, ne de büyük bir buket çiçek aslında. gerçek bir kadın, ruhuna dokunan şeyi hatırlar. çünkü onun kalbine ulaşan yol, vitrinlerden değil… derinliklerden geçer. en güzel hediye; “anlaşıldığını hissettirmek”tir. sustuğunda neden sustuğunu bilmek. bir bakışından içini okuyabilmek. o bir şey demeden onun için çay koymak, “bugün sessizsin” diyebilmek mesela… bir kadına zaman ayırmak da hediyedir. gerçek bir “nasılsın?” sorusunun ardından gerçekten dinlemek...   ve bazen en kıymetli hediye; “ iyi ki varsın , sen olduğun gibi güzelsin” diyebilmektir. süslenmiş halini değil, uykudan yeni kalkmış halini de sevebilmektir. @zeytine.batmayan.catal

Geçmişe Gidip Çocukluk Halinle Konuşmak

  Geçmişe Gidip Çocukluk Halinle Konuşmak Düşünsene... Bir anlığına her şey mümkün oluyor ve geçmişe gidiyorsun. O eski sokak, o küçük bedenin, o saf bakışların… Karşında çocuk halin duruyor. Belki futbol oynarken, belki dizinde yara, ama gülümseyerek bakıyor sana. Ne derdin ona? Belki şöyle başlardın: "Merak etme, büyüyünce de hayal kurmayı bırakmayacaksın. Ama kırılacaksın… bazen çok." Sarıldığında hissederdin içindeki masumluğun hâlâ orada bir yerlerde durduğunu. Özel birisinin bir gün söylediği gibi, "Kendine yabancılaştığında, çocukluğuna sarıl." İşte o sarılma, zamanlar ötesi bir teselli gibi olurdu. "Bir gün "her şeyinmiş" gibi birine bakacaksın mesela," dersin. "Kalbinin nerede olduğunu sana hatırlatacak." Çocuk halin hiçbir şey anlamaz belki ama gülümser. Çünkü sevgi, hangi yaşta olursan ol, aynı dilden konuşur. Ve tam ayrılmadan önce ona şunu fısıldarsın: "Her şey çok zor olacak ama güzel olacak. Lütf...

Bir Kelimelik Zaman ( Kısa Hikaye)

Resim
  "Bir Kelimelik Zaman" Saat 08.13. Okan gözlerini açtığında, tanımadığı bir beyazlığın içinde buldu kendini. Ne bir oda vardı ne de pencere… Sadece sessizlik ve göz kamaştıran bir aydınlık. Zamanın durduğu, her şeyin mümkün olabileceği o arada kalmış yerdeydi sanki. Derin’i son görüşünün üzerinden yirmi iki yıl geçmişti. Ama zihninde, ne saçlarının rüzgârdaki savruluşu, ne de ona son kez baktığı anın burukluğu bir gün bile eksilmemişti. Gözlerinin kenarına düşen bir bakış, çaldığı kasetler, okuldan kaçıp gittikleri sahil, kamp ateşinde edilen sessiz dualar… Ve o yaz sonu, bavul sesleriyle vedalaşan bir sonbahar... Bir bilim müzesinde tesadüfen karşılaştığı o deney bölümü, başta sıradan görünmüştü. Ama “ Zamanla konuşmak ister misin? ” yazılı tabelayı görünce, içindeki o eski kırık yeniden sızlamaya başlamıştı. Rehber bunun sadece bir simülasyon olduğunu söylemişti. Ama sistem Okan'ı tanımış, “ hazır ” demişti. Ve teklif: "Geçmişe yalnızca bir günlüğüne döne...

Deprem – Sarsan Sadece Yeryüzü Değildir

Resim
Deprem – Sarsan Sadece Yeryüzü Değildir Deprem… Bir doğa olayı gibi başlar, ama sonuçları çoğu zaman sadece toprağı değil, içimizdeki güven duygusunu da yerle bir eder. Gece derin bir sessizlikte, sokak lambalarının bile titrediği anlarda olur çoğu zaman. Uykunun tam ortasında, bir çığlık gibi girer hayatına. Enkazdan önce hissettiklerimiz çöker yüreğimize. Deprem, bazen birkaç saniyede anlatır insana hayatın kırılganlığını… Depremler bize neyin gerçekten önemli olduğunu gösterir. O anlarda para, iş, kariyer… hiçbirinin anlamı kalmaz. Elin elimde mi? Ailen yanında mı? Sevdiğin iyi mi? İşte tek önemli olan bu sorular kalır geriye. Her deprem bir hatırlatmadır. Hazırlıklı olmanın, dayanışmanın, sevgiyi vakitlice göstermenin… Çünkü hiçbir şey, “biraz daha geç kalsaydım” pişmanlığı kadar ağır değildir. Bir deprem, fiziksel sınırları değil, kalplerin ne kadar bağlı olduğunu da test eder. Ve belki de her sarsıntıdan sonra, en önemli şeyin bir yere sığınmak değil, birine sarılma...

Blue Jean: Thatcher Döneminde Kimlik ve Cesaret Üzerine Dokunaklı Bir Drama

Resim
  Blue Jean: Thatcher Döneminde Kimlik ve Cesaret Üzerine Dokunaklı Bir Drama 1988 İngiltere’sinde, Margaret Thatcher hükümetinin tartışmalı Section 28 yasasının gölgesinde geçen bir drama. Rosy McEwen’in başrolde parladığı film, bir beden eğitimi öğretmeni olan Jean’in cinsel kimliğini saklama mücadelesini ve bu süreçte karşılaştığı ahlaki ikilemleri konu alıyor Filmi izledikten sonra yaptığım internet araştırmalarında gördüğüm kadarıyla 1988’de, Section 28 yasası, eşcinselliğin “tanıtımını” yasaklayarak öğretmenlerin ve kamu çalışanlarının cinsel yönelimlerini açıkça yaşamalarını imkânsız hale getiriyor. Jean, iş yerinde kimliğini gizlerken, özel hayatında sevgilisi Viv ve arkadaşlarıyla bir gay barda özgürce vakit geçiriyor. Ancak yeni bir öğrenci, Lois, Jean’in bu çifte hayatını tehdit eden bir dizi olayı tetikliyor. Jean, hem kendi kimliğini korumaya çalışırken hem de Lois’in yaşadığı zorbalık karşısında doğru olanı yapmak için mücadele ediyor.   Jean’in iç çatışm...