Blue Jean: Thatcher Döneminde Kimlik ve Cesaret Üzerine Dokunaklı Bir Drama

 Blue Jean: Thatcher Döneminde Kimlik ve Cesaret Üzerine Dokunaklı Bir Drama

1988 İngiltere’sinde, Margaret Thatcher hükümetinin tartışmalı Section 28 yasasının gölgesinde geçen bir drama. Rosy McEwen’in başrolde parladığı film, bir beden eğitimi öğretmeni olan Jean’in cinsel kimliğini saklama mücadelesini ve bu süreçte karşılaştığı ahlaki ikilemleri konu alıyor

Filmi izledikten sonra yaptığım internet araştırmalarında gördüğüm kadarıyla 1988’de, Section 28 yasası, eşcinselliğin “tanıtımını” yasaklayarak öğretmenlerin ve kamu çalışanlarının cinsel yönelimlerini açıkça yaşamalarını imkânsız hale getiriyor.

Jean, iş yerinde kimliğini gizlerken, özel hayatında sevgilisi Viv ve arkadaşlarıyla bir gay barda özgürce vakit geçiriyor. Ancak yeni bir öğrenci, Lois, Jean’in bu çifte hayatını tehdit eden bir dizi olayı tetikliyor. Jean, hem kendi kimliğini korumaya çalışırken hem de Lois’in yaşadığı zorbalık karşısında doğru olanı yapmak için mücadele ediyor.

 Jean’in iç çatışması o kadar gerçek ki, onun korkusunu ve cesaretini iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Film, Jean’in hem kişisel hem de profesyonel hayatındaki baskıyı, dönemin politik atmosferiyle harmanlayarak anlatıyor. Section 28’in yarattığı korku ve dışlanma, hikâyenin her anına sızıyor ve izleyiciyi Jean’in dünyasına çekiyor.

 Jean’in cinsel kimliğini saklamak zorunda kalması, dönemin homofobik politikalarının bir yansıması olarak, bir tür toplumsal şiddet olarak okunabilir. Section 28, bireylerin kendilerini ifade etmelerini engelleyerek, özellikle kadınların (ve eşcinsel kadınların) kamusal alanda görünmez kılınmasına yol açıyor. Jean’in iş yerinde sürekli tetikte olması, yalanlarla hayatını sürdürmesi ve Lois’in zorbalığa maruz kalması, bu baskının farklı yüzlerini gösteriyor.

 

Jean’in hikâyesi, sadece eşcinsellik üzerine değil, toplumun bireyleri nasıl susturduğuna dair bir anlatı. Film, kadına yönelik şiddeti yalnızca fiziksel değil, duygusal ve sistemik bir perspektiften işliyor. Jean’in sevgilisi Viv’in açık kimliğiyle tezat oluşturan çekingenliği, bu baskıların bireyler üzerindeki farklı etkilerini ortaya koyuyor. Viv, “Neden saklanıyoruz?” diye sorduğunda, Jean’in sessizliği, toplumun dayattığı korkunun ağırlığını hissettiriyor.

 Ayrıca, Lois’in okulda yaşadığı zorbalık, genç bir kadının kimlik arayışında karşılaştığı şiddeti yansıtıyor. Jean’in bu duruma müdahale etmekteki tereddütü, kendi korkularıyla yüzleşmesini zorlaştırıyor.

Film, sessiz kalmanın da bir tür şiddet olduğunu gösteriyor. Blue Jean, bireylerin kendilerini özgürce ifade edememesinin, hem kendilerine hem de çevrelerine zarar verdiğini düşündürüyor.

Rosy McEwen’in Jean rolündeki performansı, filmin duygusal omurgasını oluşturuyor. McEwen, Jean’in kırılganlığını, korkularını ve yavaş yavaş büyüyen cesaretini öyle doğal bir şekilde yansıtıyor ki, izleyici onun her adımında yanında hissediyor. Özellikle Jean’in yalnız anlarındaki yüz ifadeleri, içsel çatışmasını kelimeler olmadan anlatıyor.

 Kerrie Hayes, Viv rolünde, Jean’in zıttı bir enerjiyle parlıyor. Viv’in açık ve meydan okuyan tavrı, Jean’in çekingenliğiyle güçlü bir kontrast yaratıyor. Lucy Halliday ise Lois olarak, genç bir insanın kimlik arayışındaki kırılganlığı ve cesareti dengeli bir şekilde sunuyor.

Film, 16mm formatında çekilmiş ve bu, 1980’lerin dokusunu adeta dokunulabilir kılıyor. Gri ve soluk renk paleti, Newcastle’ın kasvetli havasıyla birleşerek, Jean’in dünyasındaki baskıyı yansıtıyor. Dönemin pop hitleri, nostaljiyi canlandırırken hikâyeye duygusal bir katman ekliyor.

Sinematografi, özellikle Jean’in yalnız olduğu sahnelerde, onun izolasyonunu vurguluyor. Gay bardaki canlı renkler ise Jean’in özgür olduğu nadir anları temsil ediyor.

 Film, bireylerin kimliklerini özgürce yaşama hakkını savunurken, sessizliğin ve uyum sağlamanın maliyetini sorguluyor.

 

Sonuç: İzlenmeye Değer Bir Deneyim

Blue Jean, kusursuz bir film değil; bazı yan hikâyeler yüzeysel kalıyor ve tempo yer yer ağırlaşabiliyor. Ancak Rosy McEwen’in büyüleyici performansı, dönemin otantik atmosferi ve toplumsal baskılara dair incelikli yorumuyla izleyiciyi derinden etkiliyor. Film, hem kişisel bir kimlik mücadelesi hem de evrensel bir insan hakları anlatısı sunuyor. Kadına yönelik toplumsal şiddetin ve dayanışmanın gücünün incelikle işlendiği bu hikâye, seyirciyi hem düşündürüyor hem de duygulandırıyor.

@zeytine.batmayan.catal



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Aralık ve Yağmurlar ...

Yıldızların Arasında Bir Kalp

Karın Büyüsü: Edebiyattan Geleneklere, Psikolojiden Ev Hâline Kadar