Amerika Rüyası: New York’un Enerjisi ve Miami’nin Tropik Cazibesi
Amerika Rüyası: New York’un Enerjisi ve Miami’nin Tropik Cazibesi
2024 Haziran’ında, hayatımda ilk kez
Amerika’ya ayak bastım. 13 Haziran’da başlayan bu macera, 5 gün New York’un
sokaklarında kaybolmak ve ardından 4 gün Miami’nin sıcak havasında dinlenmek
üzerine kurulu bir plandı. Türk Hava Yolları ile 8,5 saatlik bir uçuşun
ardından New York JFK Havalimanı’na gece yarısına yakın bir saatte indik. Times
Meydanı’na birkaç adım mesafedeki otelimize yerleşip, jetlag’in ağırlığıyla
kendimizi uykuya teslim ettik. Ama asıl hikaye, ertesi sabah başladı!
New York: Filmlerden Fırlamış Bir Şehir
Sabah erkenden kalkıp, köşedeki marketten
aldığımız sandviç ve kahveyle güne hızlı bir giriş yaptık. Otelimizin Times
Meydanı’na yakınlığı, şehri keşfetmek için mükemmel bir başlangıç noktasıydı.
New York sokaklarında dolaşırken, filmlerden aşina olduğumuz yangın merdivenli
apartmanlar hemen dikkatimizi çekti. Sanki her an bir süper kahraman o
merdivenlerden inip koşmaya başlayacak gibiydi!
İlk durağımız Brooklyn Köprüsü oldu. Bu
ikonik yapıyı yürümek ve Manhattan’ın siluetini seyretmek çok güzel bir
deneyimdi. . Ardından Brooklyn Dumbo’ya geçtik; burası, kartpostallık
manzarasıyla Manhattan’ı en iyi gören noktalardan biri. 11 Eylül Anıtı’nı
ziyaret etmeden olmazdı . Buraya Ölenleri anmak için havuz benzeri bir yapı
yapmışlar.
Joe’s Pizza’ nın namını çok duymuştuk. Bu
küçük Alana sıkıştırılmış dükkanda inanılmaz bir kuyruk vardı. Fakat sonu
mükemmel oldu ve hayatımda yediğim en iyi pizzayı tattım. İtalyanlar pizza
işini başlatmış olabilir, ama New York’lular suyuyla mıdır hamuruyla mıdır, bu
işi başka bir seviyeye taşımış. Empire State Building’ çevresinde dolaştık .
Çok görkemli bir yapı bir turist olarak çevresinde bol bol fotoğraf çektirdik .
Buradaki tavsiyeç binayı bir kareye sığdırmak için önündeki caddeden biraz
yürümek ve uzak bir mesafeden fotoğraf çekmektir. Çok güzel detaylar alınabiliyor.
. 5th Avenue’da lüks vitrinler arasında dolaştık, Central Park’ta yeşile doyduk
ve Times Meydanı’nın ışıklı kaosunda kendimizi bir film sahnesinde gibi
hissettik. The High Line’da eski demiryolu hattı üzerinde yürüdük, ardından Çin
Mahallesi’nden geçip Little Italy’ye ulaştık. Günün sonunda, otelimize dönerken
SoHo’nun şık kafeleriyle dolu sokaklarından geçtik ve New York’un her köşesinin
bir hikaye anlattığını bir kez daha anladım.
Miami: İspanyolcanın Hakim Olduğu Tropik
Bir Kaçış
18 Haziran’da Miami’ye geçtik ve bambaşka
bir dünyaya adım attık. Burada İngilizce ikinci dil gibi; Uber şoförümüz
İngilizce bilmeyen bir Latin Amerikalıydı! Restoranlarda, mağazalarda önce
İspanyolca selamlanıyorduk, ki bu bana kendimi Latin Amerika’da gibi
hissettirdi. Miami, New York’un aksine daha rahat, daha tropik bir vibe
sunuyordu.
İlk olarak Bayfront Park’ı ziyaret ettik;
palmiyeler arasında şehir manzarası harikaydı. Ardından bir tekne turu yaptık
ve ufak bir ada üzerindeki ünlülerin malikanelerini hayranlıkla izledik. Küba
Mahallesi’nde ise harika bir beef yedik; baharatlı, sulu ve tam bir lezzet
şöleniydi. Alışveriş için uygun fiyatlı bir mağazaya uğradık, ardından
akşamüstü Ocean Drive’ı keşfe çıktık. Neon ışıklar, klasik arabalar ve tropik
müzikle dolu bu cadde, Miami’nin ruhunu yansıtıyordu. Tabii ki Miami Beach’e
gitmeden olmazdı; okyanusun serin sularında vakit geçirip, güneşin tadını çıkardık.
22 Haziran’da Türkiye’ye dönerken,
bavulumda sadece eşya değil, New York’un enerjisi ve Miami’nin tropik
esintisiyle dolu anılar vardı. New York’ta pizza kokusu, Miami’de ise okyanus
havası hala burnumda. Eğer bir gün yolunuz düşerse, Joe’s Pizza’da bir dilim
alın ve Ocean Drive’da bir akşam yürüyüşü yapın – pişman olmazsınız!
@zeytine.batmayan.catal
Yorumlar
Yorum Gönder