Kısa bir Berlin Yolculuğu

 Kısa bir Berlin Yolculuğu 

Berlin, tarihi ve modernizmi aynı potada eriten, soğuk kış günlerinde bile insanın içini ısıtan bir şehir. 20 Ocak'ta, kısa ama dolu dolu geçecek bir hafta sonu kaçamağı için Berlin'e adım attım. Aslında iş için Polonya'nın Wrocław şehrine gidecektim ama "Madem Avrupa'ya geliyorum, bir hafta sonunu da Berlin'e ayırmalıyım!" diyerek planımı genişlettim.

Daha havaalanına iner inmez fark ettiğim ilk şey, buranın adeta küçük bir Türkiye olduğuydu. UBER'den çağırdığım araçla otelime doğru yola çıkarken, şoförün Urfalı olduğunu öğrendim. Arabada başlayan sıcak sohbet, Berlin’in bana tahmin ettiğimden çok daha samimi hissettireceğinin ilk sinyaliydi. Otele varınca hemen kendimi dışarı attım, çünkü Berlin keşfedilmeyi bekliyordu!

İlk durağım, şehrin en ikonik yapılarından biri olan Brandenburg Kapısı oldu. Ancak oraya vardığımda fotoğraf çekmek için boş bir an yakalamanın neredeyse imkânsız olduğunu fark ettim. Burası yalnızca Berlin’in değil, Avrupa’nın da en çok ziyaret edilen turistik noktalarından biri. Üzerindeki heykellerin görkemi ve tarih boyunca tanık olduğu olaylar düşündükçe, sadece bir anıt olmaktan çok daha fazlası olduğunu hissediyorsunuz.

Kapıdan çok uzaklaşmadan, kısa bir yürüyüşle Katledilen Avrupalı Yahudiler Anıtına ulaştım. Devasa gri taş bloklardan oluşan bu yapı, labirent gibi düzenlenmiş ve insanın içinde hafif bir huzursuzluk yaratıyor. Sessizliği ve gri tonları, geçmişin ağırlığını hissettiriyor. Buradan birkaç dakika yürüyerek Almanya Parlamentosu (Reichstag) binasını ziyaret ettim. İhtişamlı mimarisiyle tam bir güç simgesi olan bu bina, Berlin'in en etkileyici yapılarından biri.

Bu kadar tarihi ağırlığın ardından biraz soluklanmak için Berlin Katedraline doğru metroya atladım. Berlin metrosu başlı başına bir deneyim. Eski hatları ve marjinal yolcuları ile şehrin özgür ruhunu tam anlamıyla yansıtıyor. Katedrale vardığımda hava kararmıştı, ama bu onun görkeminden hiçbir şey eksiltmedi. Aydınlatmaların altında büyüleyici bir şekilde duruyordu.

Geceye doğru son durağım ise Checkpoint Charlie oldu. Burası, Berlin Duvarı döneminde Doğu ve Batı Berlin arasındaki geçiş noktalarından biriymiş. Günümüzde ise turistlerin merakla ziyaret ettiği bir açık hava müzesi gibi.

Berlin'deki gecemi, her zaman aklımda filmlerden bir kare gibi canlanan Alexanderplatzda geçirdim. Eski casus filmlerinde ajanların buluşma noktası olarak sıkça kullanılan bu meydanda, kendimi adeta bir film sahnesinin içinde hissettim. Soğuk rüzgârlar eşliğinde geçmişe kısa bir yolculuk yaparak günü noktaladım.

 Ve tabii ki unutmadan söylemeliyim: Ocak ayında Almanya’da soğuk, başka bir soğuk! Berlin rüzgârı insanın içine işliyor ama tüm bu tarihi ve modern dokuların içinde kaybolurken soğuk bile keyif veriyor.

Daha sonra tren istasyonuna giderek Wrocław’a doğru yola çıktım. Berlin’in enerjisi hala üzerimdeydi ve bir hafta sonuna bu kadar çok anı sığdırmanın mutluluğuyla trenin penceresinden dışarıyı izleyerek bir sonraki maceramı düşündüm…


@zeytine.batmayan.catal








Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Aralık ve Yağmurlar ...

Yıldızların Arasında Bir Kalp

Karın Büyüsü: Edebiyattan Geleneklere, Psikolojiden Ev Hâline Kadar