Kanada Macerası: Toronto ve Montreal
Kanada Macerası: Toronto ve Montreal
Amerika'nın gürültülü ve şaşalı atmosferinden sonra Kanada'nın sakinliğine
adım atmak, bir melodinin tempolu ritminden huzurlu bir notaya geçmek gibiydi.
Las Vegas'ın yanıp sönen neonlarından Toronto'nun serin sabahına iniş
yaptığımızda, hava temiz, sokaklar derli topluydu. Bizi bekleyen yeni bir şehir,
yeni hikayeler ve bolca yürüyerek atılacak binlerce adım vardı.
Hotelimize yerleşip kısa bir mola verdikten sonra Torontolu bir tanıdığımız sayesinde şehri keşfe başladık. İlk durağımız, şehrin renkli ve bohem ruhunu taşıyan Kensington Market oldu. Sokaklar sanat eserleriyle süslenmiş, vintage dükkanlar her köşebaşında farklı bir hikaye anlatıyor gibiydi. Sabah kahvaltısını bir Türk kafenin sıcak atmosferinde yaptık. Simidin kokusu bile kendimizi memlekette hissettirdi.
Güneşin şehir siluetine veda ettiği saatlerde yorgunluktan adımlarımız biraz
daha ağırlaşmıştı. 20-25 bin adım atarak Torontoyu iliklerimize kadar
hissetmiştik. Akşamı, Kanada'da olmanın ironisini yaşarak pizza yiyerek
noktaladık. Şehirde daha çok zaman geçirmek isterdik ama ertesi gün bizi
bekleyen büyük bir doğa harikası vardı: Niagara Şelaleleri.
Sabah erkenden yola çıktığımızda, heyecanımız uykusuzluğu bastıracak kadar
büyüktü. 1,5 saatlik yolculuk sonunda karşımıza çıkan manzara adeta
büyüleyiciydi. Suyun gücünü, düşen her damlanın yarattığı sesi hissetmek,
insanın içindeki macera ruhunu canlandırıyordu. Tekne turuyla şelalenin altına
kadar ilerledik, suyun coşkusunu tüm vücudumuzda hissettik.
Ertesi gün Kanada’nın sessiz sakin şehirlerinden Mississauga’ya gittik.
Burası okyanus kenarında huzurlu bir yerleşim alanıydı. Ekim başları olmasına
rağmen insanlar güneşte keyifle uzanıyor, sözde serin havayı umursamıyorlardı.
Pazartesi sabahı, bir sonraki durağımız olan Montreal’e gitmek için
Toronto'ya veda ettik.
Montreal, Toronto’dan farklı olarak bizi Fransız esintileriyle karşıladı.
Şehir merkezini gezerken tabelalarda, kafelerde ve insanlarla olan
iletişimimizde Fransızca’nın ağırlığı hissediliyordu. İngilizce bilenlerin
sayısı şaşırtıcı derecede azdı. Toronto’da daha çok Hindistanlı ve Asyalı
topluluklarla karşılaşırken, Montreal’de Kuzey Afrikalılar yoğunluktaydı.
Bu farklılıklar Montreal’i çok daha kendine has bir yer haline getiriyordu.
Sadece bir gün geçirebilmiş olmamıza rağmen, şehir bize romantik atmosferi,
eski Avrupa havası taşıyan sokakları ile güzel bir iz bıraktı.
Kanada’nın büyüleyici dünyasında geçirdiğimiz bu günler, Amerika’nın hızlı
temposundan sonra adeta huzur dolu bir mola gibiydi. Ve bu masalsı yolculuk burada
bitmiyordu, çünkü yeni duraklar bizi bekliyordu...
@zeytine.batmayan.catal
Yorumlar
Yorum Gönder