"Tanrım, kollarını açar mısın? Sarılacak kimsem kalmadı, kollarına geliyorum."
Tanrım, Kollarını Açar Mısın?
Bazı cümleler vardır, okuduğun anda içini sarsar. Sadece kelimeler değildir onlar; bir ruhun, varoluş sancısının, sessiz bir çığlığın yankısıdır.
"Tanrım, kollarını açar mısın? Sarılacak kimsem kalmadı, kollarına geliyorum."
Bu cümle, bir insanın dünyaya karşı son vedası. Kim bilir hangi gecenin yalnızlığında, hangi sessiz odanın duvarlarına çarpa çarpa yazıldı? Kaç defa silinip yeniden kaleme alındı? Belki de son anda, yazanın bile inanmak istemediği bir cümleydi. Ama yazıldı. Çünkü bazı duygular, taşınamayacak kadar ağırdır.
Stefan Zweig, kendi ölümünü seçmeden önce "Dünya, bizden sonra da sürecek ama benim için artık ışık kalmadı." demişti. Virginia Woolf, ceplerine taşlar doldurup nehrin sularına bırakmadan önce, kocasına yazdığı son mektupta "Beni bundan sonra hiçbir şey kurtaramaz." diye fısıldamıştı.
Bazı insanlar hayata tutunacak bir el bulamaz. Ya da buldukları eller, zamanla kaybolur. O yüzden, Tanrı’ya sığınan bir cümlede hüzün vardır, yalnızlık vardır, ama en çok da tükenmişlik…
İntihar, bir son mudur, yoksa bir çığlık mı? İnsan gerçekten gitmek mi ister, yoksa kalamadığı için mi gider? En zor zamanlarında bile içindeki karanlığa karşı direnenler vardır. Tıpkı Attila İlhan’ın dediği gibi:
"Ben sana mecburum, bilemezsin... Adını mıh gibi aklımda tutuyorum."
Belki de hayata en çok mecburuzdur. Belki de en umutsuz anlarımızda bile, birinin bizim adımızı mıh gibi aklında tutmasını bekleriz.
O yüzden, bir intihar mektubunun sonunda bile hâlâ bir umut vardır: Tanrı’nın kolları. Çünkü ne kadar yalnız hissedersek hissedelim, belki de her insan, son ana kadar bir kez daha sarılmayı ister.
@zeytine.batmayan.catal
Yorumlar
Yorum Gönder